"Avrupalı" Müslümanların sayısı giderek artıyor. Birkaç sene öncesine kadar "Türk", "Cezayirli" ya da "Faslı" göçmenler şeklinde tanımlanan gruplar, artık "Müslüman göçmenler"/"Müslüman asıllılar" haline geldi.
Hem Avrupa'nın Hristiyanlık ve Yahudilik gibi alışkın olmadığı, dolayısıyla düzenlemelerinde yer almayan bir dinin mensuplarının artması hem de İslam'a bakış açısının "öteki" ve "yeni düşman" gibi ifadelerle sorunlu hale getirilmesi, konunun başlıca iki boyutunu oluşturuyor. Müslümanların nicel bağlamdaki artışı bir yana, Avrupa ülkelerine yerleşerek, hatta vatandaş olarak yaşadıkları ülkelerin kalıcı bir parçası haline gelmesi bazı alanlarda değişikliklere gidilmesini ve yeniden düzenlemeler yapılmasını gerekli hale getiriyor. Müslümanların artık kalıcı olan varlığı; yabancı düşmanlığının artmasına, kültürel ırkçılığın yükselmesine, aşırı sağcı siyasi partilerin güçlenmesine, laiklik kavramının yeniden ele alınmasına, çokkültürlülüğün aslında hiçbir zaman gerçekleştirilememiş olduğunun ortaya çıkmasına, entegrasyon ve asimilasyon kavramları arasındaki çizginin belirginleştirilmesi gereğine neden olmuştur.
Sıklıkla tartışılan konu, Müslümanların Avrupa'ya uyum sağlama sorunlarıdır. Ancak, entegrasyon kavramının iki taraflı bir süreç olduğundan hareketle, buna bir de tersten bakmak gerekiyor. Acaba Avrupalı toplumlar ya da Avrupa ülkelerinin kurumları, önce "göçmen" sonra "vatandaş" olarak kabul ettiği Müslümanları, gerçek anlamda içine alacak şekilde değişmeye hazır mı?